İŞ + HIRS + KÜRESEL EKONOMİ + METROPOLLEŞME + KRİZ + PARA + GDO + PANDEMİ + ETBEYİNLİLİK = KÜRESEL GÜÇLERLE GDO(i)-GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ İNSAN!

Yazı: Mustafa Onur AKIN
mustafaonurakin@gmail.com

Konuyu 2 perdede ele alacağız.

1-G.D.O.
G.D.O.'nun anlamı Genetiği Değiştirilmiş Organizmalardır. Genleriyle oynanarak başka maddelere dönüştürülen ve insan sağlığına ciddi zararlar veren yiyecek maddelerini kapsamaktadır. Basit tabirle, bir ürünün genlerini başka bir ürüne yerleştirmekle oluşur. Özellikle bir çok meyve, sebze, et ve kuruyemiş ürünleri bu tehdidi içerir. GDO’lu bitkiler doğada yetişen diğer bitkilerden farklı olarak, genomlarında kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından, bu bitkilerin yetiştirildiği ülkelerde başta sağlık olmak üzere, çevre ve sosyo-ekonomik yapı üzerinde önemli riskler söz konusu olmaktadır. Potansiyel alerjenik, potansiyel toksitite, potansiyel kansorejenlik, antibiyotiğe dayanıklı mikroorganizma oluşumu ve bu ürünlerin besin değerlerinde bozulma meydana gelmektedir. Ayrıca dünya üzerinde kalıcı ekolojik zararlar bırakmaktadır.

2-H1N1, Domuz Gribi,
Son yıllarda Pandemi adı verilen ve kitlesel ölümlerle sonuçlanan hastalıklar dünyada her sene farklı isimlerle herkesin ağzında…deli dana, sars, kuş gribi derken şimdi de domuz gribi.. Peki sizce bunun arkasında yatan gerçek nedir? Herkesin de bildiği gibi RANT! Önce hastalığı dünya üzerine yayıyorlar daha sonra da ona karşı aşı, ilaç vs üretip bundan maddi çıkar elde ediyorlar. Konuyu çok dikkat çekici bir örnekle açıklayalım:

*Amerikan kamuoyu, ABD'nin eski savunma bakanı Rumsfeld'in her salgına deva ilacını konuşuyor:

Biyolojik yapıları birbirinden çok farklı olmasına rağmen SARS virüsünde, kuş gribinde ve son olarak domuz gribinde tek ilaç olarak gösterilen "Tamiflu" ile ilgili şüpheler derinleşiyor. Ilacı ilk geliştiren firma olan Gilead, ABD'nin eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in şirketi. Gilead firması daha sonra ilaçla ilgili üretim ve dağıtım hakkını Isviçreli Roche şirketine sattı. Gilead halen "ilacı geliştiren firma" olarak Tamiflu satışlarından önemli ölçüde pay elde ediyor. 2000'lerin başlarında önce SARS ardından da kuş gribiyle ilgili endişelerin arttığı dönemlerde milyonlarca "Tamiflu" ilacı üretildi ve dünyanın pek çok ülkesine satıldı. Şimdi de domuz gribi tehdidi sebebiyle Tamiflu satışları bütün dünyada tekrar patladı.

Domuz gribiyle ilgili spekülasyonlar derinleşiyor.

Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü de ülkede Tamiflu stoklarını artırmaları çağrısında bulundu. Bu süreçten sadece Gilead ve Roche olumlu etkilenmiyor. Eşdeğer ilaçlar üreten daha pek çok uluslararası ilaç şirketinin de bu sayede iflasın eşiğinden döndüğüne dikkat çekiliyor.*





Bu ilaçlar, bu aşılar milyarlarca dolar ödenerek alınıyor ve bundan rant sağlanıyor. Artık insan hayatıyla oynamak bu kadar kolaylaştı işte…Yaşanılan durum, bilim-kurgu filmlerde izlenilen gelecekten bir gün gibi gerçek ve korkutucu olsa da çok fazla aldırış etmemek gerekiyor çünkü domuz gribi söylenildiği gibi çok ölümcül bir hastalık değil. Bilinen, sıradan gripten neredeyse hiç bir farkı yok ama bazı medya kuruluşlarının, ilaç firmalarının ve doktorların abartılı söylemleri karşısında herkesin kafası karışmış durumda. Tabii ki bilime olan inancı yitirmemek lazım, sonuçta yüzyıllar öncesinde ciddi salgınlara neden olan ve çoğu toplu ölümlerle sonuçlanan hastalıkların; bulunan ilaçlar ve aşılar sayesinde şimdi adı bile bilinmiyor. Yaşanılan bu duruma ilişkin, büyük çoğunluğun düşündüğü bir şey var;
“Evet bu da, kesinlikle ilaç firmalarının ve bu işin arkasında olan insanların daha fazla para kazanmak için sars ve kuş gribi gibi daha önce adı sanı duyulmamış bir biyolojik deneme saçmalığı.. tıpkı bilgisayar ve program üreticilerinin virüs programları gibi.. “
Bu düşünceye karşın herkesin sorduğu ve cevabını bir türlü bulamadığı soru ise;
“Neden kendileri de dahil olmak üzere insanlar kullanılıyor ve gelecek nesiller tehdit altında bırakılıyor?”


Düşünce konusunda bir çok insan hemfikir ama cevabı net olmayan soruya çözüm üretmek ve hemfikir olunan konu için ben de bir kaç şey söyleyerek BEYİNLERİMİZDE UZUN SÜREDİR KULLANMADIĞIMIZ, KULLANMAYI UNUTTUĞUMUZ VE BU YÜZDEN KARANLIK KALMIŞ, ÖRÜMCEK BAĞLAMIŞ O ALANI AYDINLATMAK İSTİYORUM.

Eski zamanlarda -her türlü teknolojiden yoksun olunan dönemlerde- insanların günlük hayatlarında yaptıkları işler, kullanılan içme suyu, yiyecekler ve saklama koşulları, kişisel temizlik ve hijyenik olmayan koşullar göz önüne alındığında, şu anki zamana göre ölümcül olmasa bile basit her hangi bir hastalığın yayılması toplu ölümlerle sonuçlanabiliyordu. O zamana göre bu, gerçekten ciddi bir durumdu ve bir şekilde hastalığı alt edecek tıbbi çözümler üzerinde çalışılıyordu. Bulunan çözümler geçmişten o zamana kadar var olan bir hastalığın çaresinin bulunması ve insanlık tarihi açısından önemli gelişmelerdi. Çözümü-ilacı bulan kişilere kendi isimleri verildi ve tarih, tıp ve bilim kitaplarında yer alarak, ders kitaplarında okutularak nesilden nesile günümüze kadar ulaştılar. Aralarında, bir çok ödüle değer görülen ve son yüz yılda nobel ödülü bile almış bu kişileri bir çoğumuz örnek alarak onların yollarından ilerledik. Çare bulunamayan ve geçmişten günümüze var olan diğer hastalıkların devasında, yine onların metodları üzerinde çalışarak çözümler bulduk. Düşünün, hangimiz eğitim hayatımız boyunca okuduğumuz kitaplarda, aldığımız derslerde “DELİ DANA, KUŞ GRİBİ, SARS, DOMUZ GRİBİ, AIDS” hastalıklarından birini duyduk? Ya da tarihte hangi milletin, hangi hükümdarın, hangi ırkın, hangi kavmin, kuş gribi, domuz gribi, aids, sars ve benzeri bir hastalıktan dolayı etkilendiğini okuduk? HİÇBİRİNİN! Demek oluyor ki, evet, şu anda isimleri bile garip olan bu hastalıkların hepsi laboratuar ortamında üretilmiş






biyolojik silahların yeni adlarıdır. Ne için üretildiler peki? Kendi türünden olan canlılardan korktukları için. Neden bir insan diğerinden korkar ki? Çünkü insanlar bencildir, çünkü para için artık yapılamayacak bir şey yoktur, çünkü birbirlerinden üstün olmak isterler, çünkü kibirlidirler, çünkü dünya onların etrafında dönüyordur, çünkü herkesi yönetmek isterler, çünkü daha fazlasını isterler, çünkü zarar görmemek ve paylaşmamak için sınırlar koymuşlardır, çünkü kendilerinden de korkuyorlardır, çünkü kendi sonlarını kendileri hazırlamak isterler!

Hepimiz insanız öyle değil mi? Herbirimiz böyle şeyler düşünebiliriz, düşünüyoruz da, çünkü bu bizim yapımızda var! Sonuç olarak bu saçmalıkları yaratan kişiler içimizden birileri, yani genel olarak söylemek gerekirse BİZİZ!

Hepimizin korkulu rüyası haline gelmiş, bir çoğumuzu paranoyaklık derecesinde gelecekten bile endişe eder hale sokmuş, bu garip, adı sanı bilinmez hastalıkları yaratanlar bizleriz. Bu sebeple kendi yarattığımız bu şeylerden korkmanın bir anlamı yok. Yapılması gereken şeyler çok basit ve açık:

-Şehirlerin-ülkelerin muhtelif yerlerindeki seralarda yapay iklim koşulları ile yetişitirilen ve yanıbaşımızdaki süpermarketlere dağıtımı yapılan, aynı ebatlarda, renk ve görünüş benzerliği olan, tadı tuzu olmayan muhtelif sebze ve meyveleri tüketmemek ve bunları doğa kanunlarında da yazılı olan uygun mevsiminde tüketmek,
-Yetiştirme çiftliklerinde bir gün bile otlak görmeden ilaçlarla yetiştirilen hayvanların etlerini yememek,
-Dengeli ve düzenli beslenmek,
-İnsanlara güvenmek(tezat teşkil ediyor olabilir ama yapılması şart), sınır koymamak, paylaşmak, sevmek, duyarlı olmak..

Taze ve doğal ortamında yetiştirilmiş sebze ve meyveyi nereden bulacağız, doğal otlaklarda yetişmiş hayvanların etlerini nereden alacağız, insanlarla insanca nasıl geçineceğiz diyor olabilirsiniz. Belki ve büyük ihtimalle de nedir bu saçmalık diyenleriniz de var ama bunlar ciddi anlamda gerçek hem de acı gerçekler! Artık birilerinin bunları yapma zamanı geldi. Evet bunları yapacak olan da bizleriz. Hepimiz metropollerde yaşıyoruz ve bundan vazgeçmek istemiyoruz. İşin ilginç olan yanı ise, büyük şehirlerlerde yaşayan insanların da artık metropollere taşınıyor olmaları. Bu sayede, şehirler artık insanları kaldıracak kapasitenin çok çok üstüne çıkmış durumda. Metropollerde yaşayan insanlar çılgınca tüketirken ve bu hızlı tüketimi karşılayabilecek üretim için, yapay koşullarda doğal olmayan kimyasallar kullanılırken nasıl sağlıklı olmayı bekler ki insan? Kaldı ki laboratuar ortamında üretilen mikroplardan nereye kadar para kazanılabilir ya da açgözlülükle SON’un senaryosuna nasıl daha fazla katkıda







bulunulabilir? Para kazanmak istiyoruz, çok daha fazla para kazanmak istiyoruz! Para, para, para…Metropollü birilerinin çıkıp, artık doğal ortamında, doğal olanı üretmeye başlaması gerekmiyor mu? Bu da, bir yatırım ve para kazanma aracı değil mi? Her şeyi isteyen biziz, istediğimiz her şeyi yapan biziz, yaptığımız her şeyden kazanan biziz, gündemi oluşturan, her şeyi eleştiren ve her şeyden zarar gören yine biziz! Bu nasıl bir hırstır ve içinden çıkılamaz bir çelişkidir böyle! Kendi kendimize durmadan zarar veriyoruz. Beynimizin önce kullanmaya ara verdiğimiz, sonra da hırslarımız karşısında kullanmayı unuttuğumuz örümcek ağları bağlamış o karanlık bölümününün; hırsımız ve isteklerimiz doğrultusunda amaç dışı kullanılmaktan kas tutmuş diğer bölümününe hükmetme zamanı gelmedi mi?

Sonuç olarak, kas oluşumu sadece basit adıyla “ET” tabir edilen dokular üzerinde gerçekleşir ve “BEYİN” her şeye hükmeder! Artık aynaya bakalım!



Bu yazı; izin alınmadan ve yazar ismi belirtmeden başka yerlerde kullanılamaz!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MİMARİ YAPILARDA GÖRME ENGELLİLER İÇİN İÇ ve DIŞ MEKANDA YAPILAN DÜZENLEMELER

KAYKAY SPORUNUN TARİHÇESİ VE TÜRKİYE’DEKİ GELİŞİM SÜRECİ

SKATE İZMİR